20 Eylül 2013 Cuma

Aşıksan...

Aşıksan karmaşıklaşacaksın gittikçe ve anlayamayacaksın kendini. Tek anlayan o olacak seni çünkü her dediği senin doğruların olacak..

19 Eylül 2013 Perşembe

Körün Kârı

Hayat aslında kör bir insanın diğer duyularının daha hassas olmasına benzer. Bir şeyleri kaybettikçe başka şeyler kazanırsın.

Stil Yüzme

  Yüzme vücudun her yerini hissettirmeden çalıştıran bir spordur. Bunu okuduğunuzda direk olur mu canım öyle şey tarzında şeyler diyebilirsiniz ama yüzme stillerini öğrendikçe bunun dediğim gibi olduğunu anlayacaksınız.
  Arkadaşlarımla denize yada havuza gittiğimizde beraber yüzerken onlar kendilerini zorlayarak adeta suyla güreşerek fazlasıyla enerji sarf edip hemen yoruluyorlar. Ama ben yüzmede çok iddialı olmasam da 2000 metre durmadan yüzebiliyorum. Bu şekilde hem kilo rahat vermek mümkün hemde çevredekilerin takdir eden bakışlarını görüp havaya girmek mümkün. :)
  Neyse konumuza geri dönecek olursak eğer yüzmeyi bilen ama stilleri bilmeyen ve öğrenmek isteyen arkadaşlara bir kaç öneri vermek istiyorum.
  Öncelikle yüzmedeki stillerle ilgili genel bir açıklama yapacak olursak 4 adet stilimiz mevcut. Bunlar; serbest, kelebek, kurbağa ve sırt üstüdür.

1-Serbest stil kafa içeride kulaç atarak yüzme olarak tanımlanabilir. Elbette burada en sıkıntılı durum belirli kulaç aralıklarıyla kafayı o anda kulaç atan kola doğru döndürüp nefes almaktır. Başlarda nefesi asla o kulacı tekrar suya sokana kadarki zaman aralığında yapmak zordur. Bunun için nargile yöntemi denilen suyun içinde nefes verip suyun dışında nefes alma taktiği çözümdür. Ama denildiği kadar kolay
değildir. Bunun antrenmanlarının yapılası gereklidir. Şahsen ben bana zamanında öğretildiği gibi suyun içinde burundan nefes verip suyun dışında ağzımdan nefes alıyorum. Bazı kişiler içeride de ağızdan nefesin verilmesi gerektiğini söyler ancak ağızdan istediğimiz hızla nefes verebiliriz yani yeni başlayan bir kişi bütün nefesini direk verirse suyun üstüne çıkıp nefes almayı beklemek için zorlanır. Burunda ise böyle bir durum zordur çünkü nefesi hızlı vermeye çalışmamız için baya bir zorlamamız gerekir. Bunu yaptıktan sonra sırasıyla kulaçların ileriden alıp 180 derece elin çevrilerek çekilmesi gerekmektedir. Püf nokta budur ne kadar çok geriye kadar çekersek attığımız kulacı kadar hızlanabiliriz. Birde ayakları çırparken dizleri mümkün olduğu kadar az kırmakta fayda vardır ve nefes alırken ayakları çırpmayı unutmayın.
   2-Kelebek stiller arasında en çok kuvvet gerektirendir çünkü iki kolu aynı anda dışarı çıkartmak gerekir. Dolfin denen ayak vuruşlarında hareket başlangıcı beldir. Yine içeride nefes verilip dışarıda nefes alınmalıdır.

 









3-Kurbağa, herkesin bildiği köpeklemeye biraz benzer. Ama kendine dizlerle beraber çekilen ayaklar topuklardan geriye doğru vurulur. Ayaklar vurulduktan sonra kollar ileriye uzanma biçiminde bir süre
süzülme yapılır, hız kesildikten sonra kollar dirsekler kırık bir şekilde yere doğru çekilir Kollar çok yana açılarak çekilmez. Kollar çekildiğinde zaten kafa dışarı çıkmış olur ve nefes alınır.

 4- Sırtüstü stil de önemli nokta omuzların hareket etmesidir. Esneme hareketlerinde omuz esnetme yapılırken nasıl geriye omuz silker gibi yapılıyorsa kulaç atarken de aynısı yapılmalıdır. Ayak çırpma serbest stilden daha önemlidir burada.
 


  Yazarken unutulan şeyler yada sorularınız varsa cevaplamaya çalışırım. :)

17 Eylül 2013 Salı

İngilizce şart!

  Herkesin derdi İngilizce uzun zamandır. Öğrenmemiz gerek daha iyi bir gelecek için. Ama genelde hepimize de zor geliyor. Biraz düşündüm bende madem bu kadar teknoloji var 5 vakte kalmaz buna da bir çare bulurlar diyorum kendi kendime. Bir kulaklık yapacaklar her dili senin istediğin dile tercüme edecek. Konuştuğun kişinin söylediklerini hooop çevirip senin dilinde sana söyleyecek. O zaman yabancı bir dil öğrenmeye gerek kalır mı hiç? Hayır. Ne kadar da güzel değil mi?
   Herkes bilir bilim kurgu filmlerinin kısmen de olsa gelecekte gerçekleştiğini. Yani benim dediğim o kadar uçuk kaçık bir şey de değil azıcık uğraşsalar 1 yıla hazır eve teslim.
  Ama olay böyle olur mu hiç? Kendi hayalimi kendim tekrar bozdum nedense. Piyasada dünya kadar dil kursları var, binlerce İngilizce öğretmeni var, yurtdışında bu işlerden de para kazanan kurumlar var, bir dünya İngilizce öğretim kitapları var... Yani var da var. Gördünüz mü benim dediğim 1 yıl şimdi oldu en az 10 yıl. Hayırlı olsun İngilizce çalışmaya tam gaz devam. Kolay gelsin herkese. :)

16 Eylül 2013 Pazartesi

Hayaller

Hayaller yalnız yaşanılır.. Çünkü birisiyle birlikte ne kadar hayal kurarsan kur sen onu farklı yaşarsın hayalinde.. Burada mühim olan hayallerdeki ortak noktaların sayıdır..

Gözler

insanın en güzel yeri gözlerdir... Yıldızlar dâhi kıskanır, geceleri parlayan gözleri... 

15 Eylül 2013 Pazar

Aşkın tarifi

Aşkın tek tarifini gördüm o da 'Tek Hece'ydi...

Hayallerin Peşinden Koşturmak

  Hayallerin peşinden gitmek kadar zoru yoktur. Hayat aslında herkese adildir çünkü hiç bir zaman tam manasıyla isteğine kavuşmanı sağlamaz. Sen hayal kurarsın ve ona göre hayatında adım adım hedefe ilerlemeye çalışırsın ve hayat bir süre bekler seni sonra bir fırtına yaratır sana ve yönünü kaybedersin. Bazen bakarsın ki artık hedefinden çok uzaklardasın. Hedefini hala görebilirsin. Çünkü hayat böyledir seni her seferinde hedefinden uzaklaştırsa da onu hep görebilirsin. Asıl acı budur. Bunun sonunda 3 yol çare vardır. Ya hedefini unutmak ve yeni şartlara alışmak ya yeni şartlarda hedefine ulaşamamanın verdiği üzüntüyle yaşamak yada sonuna kadar hedefinde ısrar etmek. Hedefe gitmeyi ısrar etmek yazıldığı yahut okunduğu kadar kolay değildir asla. Eninde sonunda hedefine ulaşabilirsin ancak senden götürdüklerine razı olman gerekmektedir ve hayatta bir çoğumuz ya üzülerek yeni şartlara alışıyoruz yada unutmaya çalışıyoruz.

14 Eylül 2013 Cumartesi

anın zevkini yaşa

oltanın ucundaki tıkırtıyı hissettiğin anda bir zevk alırsın. ama dikkat etmen gereken çok önemli bir şey vardır. açgözlülük  yapıp hızlı çekersen tuttuğun balığın ağzını yırtarsın ve balık kaçar, elindekinden olursun. ama yavaşça çekersen tuttuğun balığın yanına belki yenileri de eklenebilir. o his çok güzeldir ve hemen balığı görmek uğruna o  hazzı yok etmeye gerek yoktur. bazen sonu hemen isteyeceğimize ona ulaşırken ki güzelliği fark etmeliyiz.

13 Eylül 2013 Cuma

Kapitalizm etkisi

  Günümüzdeki büyük sıkıntılardan birisi. Diyecek bir laf yok bu hale..

12 Eylül 2013 Perşembe

Tek Hece



Var mı beni içinizde tanıyan?
Yaşanmadan çözülmeyen sır benim.
Kalmasa da şöhretimi duymayan,
Kimliğimi tarif etmek zor benim...

Bülbül benim lisanımla ötüştü,
Bir gül için can evinden tutuştu,
Yüreğime Toroslar'dan çığ düştü,
Yangınımı söndürmedi kar benim...

Niceler sultandı, kraldı, şahtı,
Benimle değişti talihi, bahtı,
Yerle bir eyledim tac ile tahtı,
Akıl almaz hünerlerim var benim...

Kamil iken cahil ettim alimi,
Vahşi iken yahşi ettim zalimi,
Yavuz iken zebun ettim Selim'i,
Her oyunu bozan gizli zor benim...

Yeryüzünde ben ürettim veremi,
Lokman Hekim bulamadı çaremi,
Aslı için kül eyledim Kerem'i,
İbrahim'in atıldığı kor benim...

Sebep bazı Leyla, bazı Şirin'di,
Hatrım için yüce dağlar delindi,
Bilek gücüm Ferhat ile bilindi,
Kuvvet benim, kudret benim, fer benim...

İlahimle Mevlana'yı döndürdüm,
Yunus'umla öfkeleri dindirdim,
Günahımla çok ocaklar söndürdüm,
Mevla'danım, hayır benim, şer benim...

Benim için yaratıldı Muhammed,
Benim için yağdırıldı o rahmet,
Evliyanın sözündeki muhabbet,
Embiyanın yüzündeki nur benim...

Kimsesizim, hısmımda yok hasmım da,
Görünmezim, cismimde yok resmim de,
Dil üzmezim, tek hece var ismim de,
Barınağım gönül denen yer benim...

Benim adım aşk.
                                                                                        CEMAL SAFİ

En sevdiğim şiiri paylaşmadan olmazdı elbette...
   Sana tuz yalatsam, sabaha kadar su'yu düşünürsün; işte çelişki burada gibi görünse de, nesnel hareketin kanıtıdır bu. Bir durumla uyarılan her durum, bir başka duruma işaret edecektir. Beni sevdiğini söyledikçe sen, ben bir diğerini sevdiğimi hatırlayacağım. Buna ihanet diyemezsin.

- küçük İskender

Inside job filmi ve ülkemize çıkartımlar

  Inside Job diye bir film izledim. 2008 yılında Amerika'da bankaların battığı, finans şirketlerinin kirli işlere bulaştığı ve büyük bir krizin yaşandığı zamanın belgeselini yapmışlar. Fazlasıyla derine inilerek yapılmış bir film ki suçlara bulaşan kişilerle bile görüşme çabasına girmişler ama o kişilerin bir çoğu bunu reddetmiş. Çok güzel bir iş çıkartmışlar ve 2008'de başa geçen ve filmin yapıldığı zamanda bile başkan olan Obama'ya göndermeler yapabiliyorlar. Keşke bizim tarihimizi de bu kadar derin ve apaçık şekilde irdeleyenler çık ve gerçekten doğruları yansıtsa. Beyin yıkamaları geçebilsek keşke.
   Düşünün Tarih bölümünde okuyan bir arkadaşım çok rahat bir şekilde bize ilköğretim ve lisede gösterilenden farklı olduğunu çok rahat söyleyebiliyor bunun irdelenmesi gerekli....

Ders çalışmayı güzel hale getirme

  Ders çalışmak için buluştuğun özel kişinin kitabının arasına güzel sözler yazıp koyduğu bir post-it bulduğun andır o dersi sevdiğin an...

Efsane

Kitap adı: Efsane

Yazar: İskender PALA

      Kitapta Barbaros Hayrettin Paşa'nın hayatı, yaşadıkları Saint Alkala denilen ama özünde Endülüs'deki Gırnata Emirliğinin varisi olan Seyyid Muradi'yi anlatmaktadır. İç içe geçmiş yaşamlar, Akdeniz'de bir o yana bir bu yana savrulmaktadır. İspanya kralı Karlos, Osmanlı Devleti'ndeki adı Şarlken ve onun kaptanı Adrea Doria ile Hayrettin Hızır Paşa'nın akilane hediyeleşmeleri, misilleme saldırıları ile geçen uzun bir zamandan sonra dananın kuyruğu kopar ve Preveze'de Andrea Doria'nın 200 parçalık donanması karşısında Barbaros'un 120 parçalık donanması vardı.
   Barbaros gece bir rüya görmüştür ve Hz.Peygamber'in nasihat ettiği Kur'an'dan ayetlerin bulunduğunu söylediği bir rüyadır. Hayrettin Paşa'nın rüyaları genellikle çıkardı. Rüyasını yine kendisi yorumladı ve zaferin kendisine bildirildiğini düşündü. Savaş anı gelip çattığında sabırla bekledi. Düşmanın lehine esen rüzgarın kendi lehine esmesini bekledi ve estiği anda atağa geçti. Çok kanlı çarpışmalar yaşandı ve sonunda galip gelen taraf Hayrettin Paşa oldu, kaçan taraf ise Andrea Doria'ydı. 
   Bu hikayenin diğer bir yanı da Alkala'nın aşkı Billure'ye kavuşma çabalasıydı. Alkala Gırnata için o zaman halkına işkenceler yapan muhafızları bulup her yılın ilk karları düştüğünde bir tanesini öldüren bir kişiydi. Babasının mirasını yaşatmak için yemin etmişti ama olmadı. O da Billure'yle birlikte Osmanlı'ya döndü ve mutlu mesut yaşadılar. 
   Hikayedeki bir diğer ayrıntıda birbirine benzeyen 3 heykel vardı. Tıpatıp aynıydılar. Yalnız bir farkları vardı oda heykellerin kulaklarına bir çubuk sokulduğunda birinin öbür kulağından, diğerinin ağzından çubuğun ucu çıkarken, bir tanesinde hiç bir yerden çıkmıyordu. İşin esprisi de şuydu; esas değerli olan insan söylenen bir lafın bir kulağından girip diğerinden çıkmayan, her duyduğunu boş boğazlılık edip her yerde söylemeyen ve söylenenleri içinde sır gibi saklayandır.

   

Olaylara yukarıdan bakmak

  İnsan yaşadıklarına yukarıdan bakabildiği zaman gerçekleri görebilir ancak. Çok istenilen şeyin bile olmadığında huzur, mutluluk vereceğini ancak o zaman görebilir. Sadece düşünmek gerekir. Geçmişteki dönüm noktalarına bakmak yeter.
  Denizdeki yosunlar gibidir bu yaşantılar. Kendimiz denizdeyken yosunların arasına girdiğimizde hoşlanmayız hatta bazıları ürkebilir, panik yapabilir bile. Ama bir belgeselde baktığımızda su altındaki yaşantıya ne kadar da güzel gelir, dinlendirir bizi. Örnek biraz uç olsa da gerçekten de böyledir. Bulutların arasından bakmak gerekir kendimize, her şeyimize. Bütün kıskançlıklardan, mutluluklardan, üzüntülerden, çıkarlardan arınarak bakmak gerekir yukarıdan yaptıklarımıza ve yapacaklarımıza.

11 Eylül 2013 Çarşamba

  Her göz içinde bir evren taşır ve bunu sadece seven görebilir...
  İnsan küçükken her şeyin hayalini kurabiliyordu. Onu geçtim hayal kurabiliyordu, hayaller aleminde kendini istediği kişi olarak görüyor, film gibi bir hayatta kendini baş rolde izleyebiliyordu. Yıllar geçtikçe sözde hem vücudumuz hemde fikri açıdan geliştiğimizi söylüyorlar doğrudur ama en önemli şeylerden birisi geriliyor bizde. Hayal kurmuyoruz, hep bir işimizin olduğunu söylüyoruz olmasa bile bir şeyi kendimize iş ediniyoruz. Hep insanların, arkadaşlarımızın arasında olmaya çalışıyor olamayınca eksiklik sayıyor her anı onlarla geçirmenin uğraşını veriyoruz.
   Yalnızlık her zaman kötü değildir. Onlarca insanın içinde olduğumuz halde kendimize yabancı kalıyoruz ve yalnız hissediyoruz kendimizi o bedende. Bazen durup kendimizi dinlememiz gerekiyor, onunda bizimle konuşmaya, dertleşmeye ihtiyacı var. Mesela yalnız kalmadan anlatamıyor bize hayallerini, dargınlıklarını, gelecekle ilgili planlarını... Biz onsuz olamayız ama onsuz-muş gibi davranabiliyoruz bir şekilde ya bu da bir yetenek elbette.
   Hayalsiz yaşamanın hayatı monotonlaştırdığını, bizim koca bir denizde akıntıya kapılıp gittiğimizi görmeliyiz. Benim buna eşdeğer gördüğüm bir örneği sizlere sunmak istiyorum. Uyku hastalığı yaşayan ve rüya göremeyen insanların psikolojik sorunlar yaşaması. İşte hayalsiz bir hayatta bizde monotonlaşarak, dert edinerek, rüzgarla savrulan polenler gibi etrafa saçılarak hayat yaşıyoruz ve bu bizi yıpratıyor.
  Bunun tek reçetesi ise çok basit:
    AYLAR SÜREN SIKILMIŞLIK HİSLERİNE ARTIK BİR SON!
   5 DAKİKADA HAYATINIZA HUZUR, MUTLULUK, KEYİF VERECEK BİR ÇÖZÜM VAR SİZLER İÇİN!
   VEEEEEE.... HİÇ BİR MASRAFI YOK! EVET İYİ DUYDUNUZ'
   TEK YAPMANIZ GEREK BOŞ BİR ODAYA GEÇİP YALNIZ KALMAK VE HAYAL KURMAK!
   Tek kişilik dev kadrolu filminizi izlerken sizlere iyi seyirler... :)
Vefa bekler insan eskilerden. Geçmişin güzel anılarını doldurmuş kişilerden beklenen bi vefadır aslında.. Ama bakarsın bazen aslında onlar bivefadır.. Ne edebilirsin ki o zaman sen artık. Silmek zordur yazıyı her ne kadar silik de olsa yazı...

Şehrin sakladığı yıldızlar

Şu şehirlerin en büyük kusurudur yıldızları saklaması.. Ve aslında üstünde yaşayanların yıpranış sebebidir şehirlerin yaptığı.. O eşsiz pırıldayan tanelere bakan insan kendini bir yolculuğa sokar. Herkeste farklıdır bu yolculuk ama bi noktada benzerdir aslında: Hayal kurmak.. Eşsiz birşeydir yıldızlara bakarak hayal kurmak, hele birde bir yıldız göz kırpıp sana kaydı mı yana... İşte o zaman çok gizli bir tebessüm kaplar çehreni.. Seni gören hiçkimse bilemez ne dilediği neyin hayalini kurduğunu ve sen yaramaz bir çocuk gibi olursun o an. Yaşam sevincin katlanarak artar o dakikalarda. Bütün o hayallerine karşılık veren yıldız süsler senin geceni o vakitten sonra.. Hafiften bi kanın ısınır yıldızlara. Çokta dost canlısı gözükürler tabii ve öyledirlerde zaten. Sen dayanamayıp onlara dokunmak istersin. O an öyle yakın gözükürler ki sana sanki bi karış mesafe vardır aranızda. Elin arşa onların yanına gider usul usul.. Elin daha çok gittikçe gider yine usul usul. Bakarsın ne kadar uzansan yıldızlara dokunamıyorsun işte o an bütün gecenin sonu olur. Ama son dediğime bakmayın genelde bu son mutlulukla biter.. İçinin hafiflediğini hissederek sanki kırk yıllık dosta içini açar gibi açmışsındır yıldızlara. Onlarda gıkını çıkartmaz hani seni pür dikkat dinlerler. Dertlerine derman olmak için hayallerini daha güzel hale getirmek için seni yönlendirirler.. her neyse işte o son seni gecenin sonuna hazırlar. Derin bir uykuya, tatlı mı tatlı rüyalara gitmen için sinyal verir sana. Ve sende o derdine derman, hayallerine ortak güzelim yıldızları kıramazsın ve gider mışıl mışıl uyursun.. Hatta bir kişi vardır belki senin için uyumadan önce yıldızlara bir mektup bırakırsın. Ona iletmeleri için.. Yıldızda gider bulur onu.. Ve verir mektubunu.. Ve sen güven içinde huzurla uyursun.. İşte böyledir yıldızların büyüsü. Ama şehirdeysen eğer.. işte bunların hiçbirisi olmaz. Ve sen birbaşına kapkara gökyüzüne bakmak zorundasındır.. Ama yıldızlar şehirdekilere bile kıyamaz o kadar iyidirler ki. Işıklarını aya verirler ve ayda bize onların her birinin izinin, ışığının bulunduğu çehresini gösterir.. Ve hikaye böylece biter..

  Düşünün lütfen Porsche gibi dünya devi bir markanın arabasını bir Türk tasarlıyor. Bir hatırlatma daha var sizin için 5 yıl Peugeot'nun araba tasarım yarışmasında 17 yaşlarında bir Türk birinci olmuştu. Ülkemizde sadece tasarımı yapılmıyor bu işin. Bütün parçalar ayrı ayrı yapılıyor. 2020 Olimpiyatları için Türkiye'nin tanıtım videosunu izlediğimde gerçekten güzel dedim ama güzelim Boğaz Köprüsü'ndeki araçları gösterdiklerinde yerli değil de yabancı arabaları gördüğümde çok büyük bir hayal kırıklığına uğradım. Biriside el atsa da bizimde bir araba markamız olsa onu kullansak. Umarım çok geçmeden yerli bir arabamız olur.
  Spordan sonra mutlaka duşta soğuk suyun altına girin. Tamam kabul soğuk su zor olacak ama duştan çıktıktan sonra hissedeceğiniz rahatlama hissine değecek.
  Bir filme başlarsın. İlk dakikalarda sıkılırsın ama gittikçe daha fazla sarar seni ve sonu hep iyi olur filmin. Bütün o duyguları filmin başında alamasan da sonunda illa ki hissedersin ve haz alırsın. Hayatta böyle işte bir işe başlarsın. Başlar biraz zahmetlidir sıkıntılıdır sonra emeğinin karşılığını aldıkça yaptığın iş keyif verir sana. Neymiş o zaman: Emek harcamadan mutlu olamayız.
   Ayrıca Atalarımız bu durum içinde bir laf söylemiş.. "Ne kadar ekmek o kadar köfte" :)
  Türkiye gibi bu kadar güzel bir ülkede yaşayıp da neden insan sürekli kendini kötüler, küçümser bir türlü bunu anlamış değilim. Bu dediklerimin siyasi hiçbir şeyle alakası yok ben hepimizin az çok bilinçaltına kadar bulaşmış bir hastalıktan bahsediyorum: Kendimizi çok küçümsüyoruz. Herkes 25 kare nedir bilir yada Hollywood filmlerindeki Amerika üstünlüğünü, Müslümanları küçümsemesini vs. bunlar bizi etkiliyor olabilir. Malum şu anın 50 yaş civarında olan kişiler Amerikan filmleriyle büyümüşler. Belki dediğim gibi bu şekilde bilinçaltımıza bu eziklik hissini empoze ettiler yada başka bir şekilde oldu. Artık bundan kurtulmamız gerekmiyor mu? Niye kendimizi böyle küçük görelim ki. Osmanlıcılık yapma niyetinde de değilim ama geçmişe biraz bakmak yetmez mi bizim için ? Geçenlerde İstiklal Caddesindeki Kiliseye gitmiş bulundum. Girişte kapının iki yanında da kuş havuzları konuşmuş ve duvardaki açıklamada fakirlere bağış havuzu diye yazı yazmışlar. Dikkat çekmek istiyorum kilise gibi gayet insan içinde kalan bir yerde olan bu havuzun üstü de açık yani içerideki parayı gizlemeye hiç çalışmamışlar. Bizim insanlarımız bunu gördüğünde "vay be adamlar ne güzel yardım ediyorlarmış", "bizimkiler olsa buraya ne para koyardı ne de olan paradan ihtiyacı kadar alırdır". Bu kendini hor görmekten başka ne olabilir ki? Geçmişimizde bizde de olan bu bağış havuzları kilisedeki gibi kalabalık yerlere konulmaz hemde ne kimin ne kadar koyduğu nede kimin ne kadar aldığını gösterecek kadar açık olmazdı. Bir mehter marşıyla düşmanı deliye çevirirken biz neden şimdi onların ağzından çıkacak en ufacık şeye muhtaç olur olduk. Potansiyelimizin farkına varmamız gerek artık. Yoksa bu şekilde çürüyüp gitmek işten bile değil...
   Sabah erken uyanırsın, vücudun daha rüyaların sıcaklığıyla ısınıyordur. Yataktan kalkıp hazırlanman ve güne başlaman gerekir. Sen ise o güzel sıcaklığı bırakıp kalkmayı istemezsin, zor gelir ama hayata dönmek, günü yaşamak vazgeçilmez şeylerdir. Yataktan yavaşça ayağa kalkarsın ama dediğim gibi daha sıcaksındır. Sabahın soğukluğu yüklenir anında üzerine ve sen bir kez daha yatağına bakıp iç geçirirsin. Eğer kış mevsimi ise belki ağzından kötü sözler bile çıkabilir. Isınmak gerekir hemen hızlı hareket etmeye çalışırsın o uyku sersemi halinle. Genelde bu gibi durumlara alışık olunduğundan hazırlığı otomatik olarak yaparsın, düşünmeden yani. Genelde böyle olsa da bir de bunun istisnaları yok değil. Başına ne gelirse bu istisna durumların o saatte yaşanmasıyla gelir. Tıraş olurken kesilen bir yer bir erkek olarak verebileceğim en açık örnektir. Yataktan kalktığın gibi özlemeye başlarsın o sıcak, yumuşak yeri. Söz verirsin bir sevgiliye verilen söz gibi. And içersin tekrar koynuna gireceğim diye...
   Bunların hepsi uyandığın ilk yarım saat içinde olur ve geçer. Eğer bu yazdıklarımı hissettiysen o kadar da itibar etmene gerek yok dediğim gibi en fazla bir saat içinde bu romantik havandan eser kalmaz. Onun için diyebileceğim son şey GÜZEL GÜNLER :)
   Bugün Taksim'e gittim malum fazlasıyla turist olan bir alan. Neredeyse Türk nüfusu kadar orda turist nüfusu var. Neyse bir arkadaşımla Galata Kulesinin oradayız ve fotoğraf çekinelim beraber dedik. İşin tuhafı etrafta pek insan yok yakınlarda ve en sonunda utana sıkıla yalnız bir turiste "take a photo" dedim. Yahu adam kim bili kaç kilometre yol yapıp gelmiş buraya adet olduğu gibi onun bana bunu demesi gerekirken hadi adam dememiş bir de devamına bizde yüzsüz yüzsüz gidip "take a photo" diyoruz çat pat İngilizce'yle :)

10 Eylül 2013 Salı

  Bu resme bakıp da "ah şuraya gitseydim" , "şimdi orada olsaydım" dememek zor. Eğer hiç çıkmamışsan yurt dışına çıkmak hem en büyük hayallerden birisi olur hemde en zor aşılması gerek bir engel. İnsanın kendine koyduğu engelden büyüğünü bulmak çok zordur. Nereye baksan kendine ket vurmuş insan vardır dışarıda. Tabi kendine engel koyan insan başkalarına da koymaz olur mu. Eksiklik buradan başlar ve gider büyüyerek işte. Ama eğer mali durum çokta iyi değilse o zaman bavulun üzerinde olduğu gibi ülkelerden alınan pullar olmasa da başka şeylerin koleksiyonunu yapmaya çalışın. Önemli olan bir işe kendini adayabilmek.
  Günün her saatinde bir filmi yayınlanıyor ama bu güzel adama bıkmak mümkün değil

    Askerliğin bir amacı da yeni erlere cefa çektirmektir. Düşünmeden bakıldığında hiç iyi gelmez kulağa elbet ama görünmeyen yönü bunun gereklerini tam manasıyla açıklar. Askere gitmeden adam olunmaz derler bunun nedeni gidip de gelen kişinin olgunlaşmasını ifade eder. Tarikatlere girenlere ondan önce çile çektirilir ki hamken olgunlaşsın ve bir şeyleri anlamaya, hayata iyi bakmaya alışsın.
Konuşarak neden anlaşamıyor insanlar? Yada iki insanın birbirleriyle tartışırken karşısında bazı şeyleri değiştirmesi neden bu kadar zor? Niye anlatamıyoruz kendimizi yahut neden anlayamıyoruz bazı şeyleri? Milyonlarca soru çıkar bu şekilde devam edecek olursak…
    Hayatta hiçbir şey için geç değildir derler peki gerçekten bu doğru mu? İlk önce kendinden örnekler düşünmeli buna insan bir başkasından beklememeli örneği. Tartışırken kendi fikirlerimizin doğruluğundan o kadar eminiz ki peki bir şeyler öğrenmek için neden kendimiz çabalamak yerine kendimiz deneyimlemek yerine bir başkalarının yapmasını bekliyoruz?
     Çok karışık  bu hayat. Düşünmek gerçekten zor zanaat. Yapılması gereken ne peki?
    İnsanlar çok unutkan olabiliyor. Öğrendiği bir dönem boyunca sadık kaldıkları plan ve fikirlerine bir süre sonra onları hiç yaşamamış hiç deneyimlememiş gibi davranamıyor ve üstelik bunların farkında bile değiller!! Buna hepimiz dahiliz bende. Neden verdiğimiz kararların arkasından bir ömür boyunca gidemiyoruz. Doğruluğu sekteye uğrayan yahut değişebilecek şeylerden bahsetmiyorum burada. Örneğin en ufak bir çöpü sokak ortasına atmamak gibi. Bu davranışın güzelliği ve iyiliği ne olursa olsun değişmez yada bu kadar kesin yargılamamak için en azından değişme ihtimali çok düşük. İşte bu benim kendime kızmama neden oluyor. Neden kararlarımın arkasında bir ömür duramıyorum? Bazı olaylar durumlar yıpratıyor insanı ve bunun sonucu olarak farkında olmadan uzaklaşabiliyor kararlarından doğrudur fakat neden hep karar vermeden önceki hale dönesiye kadar bunun farkına varamıyor ki insan. Sevdiği insanı üzmeyeceğini ve anlamak için uğraşacağını kendine söylediği o kadar zaman uyguladığı halde neden olaylar ve zamanlar geçtikçe uzaklaşıyor bu doğrusundan ve ilişkisi kötü duruma geldiğinde bunu hatırlıyor?
     İnsan gerçekten de nankördür. Kim ne derse desin karşındaki kişi kim olursa olsun arada onun ne olduğunu, sınırının neresi olduğunu belirtmelisin ki karşındaki kişi unutmasın. Bunu kötü ve sert bir dille yapmamak gerek elbet. İnsan neden ölümü hatırlamalıdır arada peki? İşte bu yüzden. Hayatta baki kalamayacağını unutmaması için. Baki kalacağını düşündükçe insan dünyaya kök salmak için olur olmaz işlere girer. Ama ölümü hatırlamak insana ben şu zamana kadar neler yaptım, bundan sonra şöyle yapmalıyım dedirtir. İnsanı kendi içine sürükler, öz eleştiriyi yapmasına sebep olur. İşte buda kendimize aslında haddimizi arada bildirmemiz demektir. Ölüm ne tuhaf bir şeydir aslında. Ruhun dışında geriye kalan et ve kemiksin…. Bunun dışında bir doğru var mı peki? Maalesef yok gibi gözüküyor. Hayattan zevk almak gerek ama bu zevk ufak ve bencilce değil. Aslında bizim zevkli dediğimiz çoğu şey gelip geçici zevklerdir. Örneğin yemek yemek, televizyon seyretmek, uyumak, araba kullanmak, oyun oynamak… tamam zevk alırsın onu yaparken bir süre ama yıllar geçtikten sonra anlarsın ne kadar boş olduğunu çünkü sana bir şey katmaz onlar. Esas zevk yardımdır, muhabbettir, bilgeliktir, sağlıktır. Ve biz bunların hepsine nankörlük ederiz. Elimizden bir şey alınmadıkça değerini kıymetini bilemeyiz.
     Her nesil bir önceki nesile özenir. Eskiden böyle miydi der bayramlar. Ben başta bunu bizim zamanlarımızda çıktı söylenir sanırdım ama eski bir kitap okuduğumda 1950’ler de gençlerinde eskiden böyle miydi dediklerini gördüm. Ne kadar tuhaf değil mi? Eskiye özenmek ama şu an için, gelecek için bir şeyler yapmamak? Biz aslında fazlasıyla boş konuşuyoruz. Tamam konuşmak önemlidir. Sorunları konuşmak, fikir edinmek, çözüm üretmek, bilmediklerini öğrenmek, görmediklerini görmek konuşarak olur fakat sürekli aynı konuşmayı yapıp da icraatta bulunmamak en büyük hatadır.
   Biz insanlar aslında fazlasıyla da üşengeciz. Çözümü bildiğimiz halde yerimizde saymak kadar büyük bir saçmalığı yapıyoruz.
   Planlarımızı gerçekleştiremiyoruz.
   Sözlerimize sadık kalamıyoruz.
   Peki biz ne yapıyoruz Allah aşkına??

Biz sadece zaman dolduruyoruz….. ne eksik ne fazla….
    Ne içindeyim zamanın ne de dışında. Devasa bir boşluktayım sanki, tutunacak yer bulamadan düşüyorum ama hiç bitmeyecek bir düşüş bu.. Bilincim kapanmak üzere.. Düşünme yetimi kaybediyorum. Ve sadece kabullenmeyi öğreniyorum. Bu anı ben değil bir başkası şekillendiriyor gibi geliyor hep. Kanadı kırık kuşlar gibi hissediyorum. Ve kör gibi karanlığı içinde sürüyor bu hiç bitmeyecek düşüş…
   Ama oda ne… Bir ışık… İçim bir anda  değişiyor umutla doluyor. Aslında kanatlarım kırık değil sadece üzeri toprak dolu. Silkeleniyorum ve atıyorum üzerimi toprak kalıntıları gibi, enkaz artıkları gibi kaplayan bu rehaveti. Artık eskisi gibiyim. Dinç, genç, umutlu, hırslı ve güçlü. Damarlarımdaki kan bile değişiyor o an ve başlıyorum kanatlarımı çırpmaya. Bir süre sadece aydınlığa çırpıyorum. Sadece orada aydınlığın olacağını düşünerek. Fakat düşündükçe, umutlarım çoğaldıkça aydınlıklar artıyor. Ve kırdığımda zincirlerimi, apaydınlık bir dünya kucaklıyor beni. Kendimi azimli ve gururlu bir kardelen gibi hissediyorum. Ne mutlu bana ki her şeyi anlıyorum artık…

Şanlı Bayrak

"Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak demiş" Mehmet Âkif bir zamanlar.. En azından o zamanlar kişiler âtiye bakacak kadar sorumlukluk sahibiymişler. Oysa şuanda çoğumuz "Âtiye görmeye çalışmadan hatta ve hatta bakmadan azmi bırak"ıyorlar... Hiçbirimiz nasıl bir imkanlar şöleninde olduğumuzun farkında değil.. Elimizin altında yatan dünyadan nasıl yararlanıyoruz biz? O internet denen ummandan neleri çekip alıyoruz kendimize. Kötü ve yararsız olan şeyleri m, yoksa bizi yükseltecek iyi yararlı şeyleri mi? Hepsi bizim ayağa bile kalkmadan edinebileceğimiz bir bilgi denizinde.. Neden bu kadar imkanımız varken biz bunları yapmıyoruz?  Eskiden insanlar yıllarca çabalayarak çalışarak bir şeyleri öğrenmeye çalışırken yada elde etmek istedikleri şeyleri edinebilmek için bu kadar uğraşırken bizim bir tıklık uzağımızda olan şeyleri elde etmememiz niye?... Geleceğe bakıp ŞANLI BAYRAĞIMIZI neden yüceltecek adımlar atmıyoruz peki biz.. Diyebildiğimiz tek şey var "elin yabancısı yapıyor abi..". Bunu demek öyle kolay ki topu topu dört kelime, on bir hece.. Peki bunu demek bize ne yarar sağlıyor? Ne işimize yarıyor sadece bunu demek? Eline en son teknoloji ürünleri alıyorsun ve en ufak bir yerde hata verdiğinde yada yapılası gerektiğinde hangi dilde geliyor uyarılar yada yapılması gerekenler sana.. Neden benim güzel TÜRKÇE'm yok demiyoruz orada.. Bir öss silsilesi geliyor. Yanlışları görmek kolay onların yanlışlarını göreceğimize neden kendi hatalarımızı söylemiyoruz bi kerede. O sınava gerçek bir ideali olarak giren ve bu uğurda didinen kaç kişi var doğru düzgün? Ben inanıyorum ki hiç birimizin kafasında sıkıntı yok. Fıkralara konu olacak bir kafamız varken bizim b başarısızlık nereden geliyor sizce. İnsanın sadece istemesi ama canı gönülden istemesi yetiyor bazı şeyleri başarmak için. Yeter ki derinden istesin bunu. Durum böyle olduktan sonra kişi zaten kendiliğinden atılıyor yapılası gereken şeyleri içten gelerek yapmaya ve başarısızlık olabildiğinde düşüyor... Biz bunu hak etmiyor muyuz peki? Bize gereken sadece oturup biraz düşünmek. Kendimize düzgün bir yol çizme ki içten bir şekilde...