27 Kasım 2013 Çarşamba

Güldüren Gülücükler

   Duygular o kadar farklı şeylerdir ki. Bir arkadaşınızı, sevdiğinizi gördüğünüz anda konuşmadan dahi bir duygu değişikliği yaşarsınız ve bunu çok rahat bir şekilde hissedersiniz. Onu da geçtim kilometrelerde uzağınızda olsa da birisi onu düşününce içinizde bir değişiklik olabilir. Aklınıza ilk gelen şey sevgi ve aşk olabilir buna örnek evet haklısınız o duygular daha etkilidir ama en ufak duygular dahi içinizde değişikliğe sebep olabilir. Bu insanların anlam yüklemesiyle ilgilidir aslında. Biraz daha durumu geliştirelim ve diyelim ki sadece insanlar için geçerli değil bu dediklerim yahut canlılar. Cansız nesneler, durumlar içinde bu geçerli. Anlam yüklediğimiz her şey de böyle bir durumla karşı karşıya kalabiliriz. Örneğin sevmediğiniz bir dersi düşünün. Düşündünüz mü ? İçinizde bir takım büyük çaplı yada küçük çaplı değişiklikler hissedeceksiniz elbette. İşte bu etkiden bahsetmek istiyorum ben size. Olmaz olmaz dememek gerek. Hiç mi sizin için dönüm noktası olan bir olaya girişirken , sınav gibi, kendimizi cesaretlendirmeye çalışırız. İşe yaramadığını düşünürüz ama bizim cesaret duygumuzu kabartır bu eylemimiz.
   O zaman kendimizi istediğimiz gibi şekillendirmek fazlasıyla kolay gözüküyor. Kısmen doğru denebilir. Kendimizi ne kadar şekillendireceğimize bağlı bu. Sadece bakarak bir kaşığı yamultmak elbette ki fazlasıyla yoğun bir kosantrasyon gerektirir. Ama herkesin yapabileceği şey ise sadece bir gülücük resmi bulup ona bakmak ve mutlu olmaktır. Zaten en önemli şeylerden biriside huzurla mutluluk değil midir? Hatta siz zahmet etmeyin sizin için ben bir tane buldum ara sıra da gelin bakın buraya ve mutlu olun biraz başka da bir şey istemem sizden :)
Mutluluğa davet eder.

26 Kasım 2013 Salı

Anlatmanın Duygulara Etkisi

  Ders çalışırken en iyi öğrenme yollarından birisi okuduğunu sen anladığının farkında olmasan bile birisine anlatmaya çalışmaktır. Bu konuda hem fikir olacağımızı düşünüyorum. Benim değinmek istediğim nokta bu olayın sadece dersle sınırlı olmayacağı. Sonuçta insan ders dışında mutluluğu anlatmakla da mutlu olabilir.
  İnsanın aklında birbiriyle konuşan iki kişi bulunur genellikle. Yok bende üç diyenler olur belki diye söylüyorum alınmaca yok şimdi. Genellikle iki seçenek arasında kalırız ve iki ucu temsilen içimizde bir tartışma başlar gider. Siz tarafsızca izlersiniz bu tartışmayı ama sonuca bir türlü ulaşılamaz. Yada sizin bir tarafınız vardır o tarafı desteklersiniz. Sonra işlerde hafif bir bozukluk olduğu anda desteklediğiniz yanı yermeye geride kalanı desteklemeye başlarsınız. Buna örnek olarak kendimizi mutlu olmaya zorladığımız zamanları gösterebiliriz. Mutlu olmayı gerçekten istiyoruzdur ama en ufak bir sıkıntıda yine kendimizi karamsarlığın soğuk ellerine bırakırız. Biz bu durumda mutluluğa ulaşma çabasında tepinirken, karşımıza bizim teselli vermemiz gereken birisi geldiğinde yapacağımız şey genellikle onun üzüntüsünü unutturmak ve iyi yanları göstermek olur. Bunu yaparken de kendimizde de değişiklikler hissederiz. Tuhaftır ama bizde içimizde fırtınalar kopartan mutluluğa erişmeye başlarız anlattıkça. Daha bir sıkı sarılırız mutluluğa.
   Bunu yapmak güzeldir. NLP kitaplarının vazgeçilmez sözünü burada tekrar etmezsek çok ayıp etmiş oluruz doğrusu. "Evrene güzel enerji yollayın ki size de güzel enerji geri dönsün.". Şakaya alsam da bu laf yanlış değil elbette. Ama bir nokta var ki bütün her şeyde geçerli olduğu gibi bununda fazlasının zarar olduğudur.
   Eğer bu iyi enerji olayını abartırsak ne olur? Örnek vermek gerekirse psikologların herkese az önce anlattığım şekilde teselliler, tavsiyeler verdiğini düşünelim. Bu kişinin iç huzurundaki patlamayı hissedelim ilk önce. Sonra o kişinin de sıkıntılarının olduğunu düşünelim. Yapacağı şey herkese anlattığı şeylere iyice sarılmak olacaktır. Ne güzel hiçbir sıkıntı yok aslında. Ama bireyimiz her olaya güzel yönünden bakmaya alışık olduğu için sıkıntıların sayısı çoğaldıkça o güzel düşüncelere olan inancından dolayı içinde yaşayacağı yıkım daha büyük olacaktır.
   Bir başka örneği daha vermek istiyorum. Duyduğum bir olay bu konuda oldukça açıklayıcı durumlar içeriyor. Zihinsel engelliler öğretmenin başından geçen bir olay. Öğretmen hanımımızın görevi gereği zihinsel engelli çocuğu olan kişilere karşı genellikle teselli edici davranışlar takınması ve o çocukların eğitimleri için fazlaca emek ve çaba sarf etmesi gerekmektedir. Bu görevi içtenlikle ve gönüllü olarak yapan birisi olsa da kendisinin çocuğunun da zihinsel engelli olmasıyla çocuğunu bırakmıştır. Normalde verdiği tesellilerle aslında o duruma geldiğinde iyiye sarılmayı kendisine aşılamış olması gerektiği halde o buna dayanamayıp çocuğunu bırakmıştır. Ailelere çocuklarının daha iyi hale gelebileceğini söylese de kendisinin çocuğunda gelişme olmamasına dayanamamıştır.
  Yani evrene iyi enerji göndermek doğru ama gönderdim diye ille de evrenden iyi yanıt beklemek yanlış olur.

25 Kasım 2013 Pazartesi

Bir Dünya Bir Astronota çarparsa ne olur?

  Geçen gün aklıma bir düşünce takıldı tamam pek de mantıklı değil ama insanın aklına bir soru takılınca düşünmeden edemiyor maalesef ki. Olayımız şu şimdi bir astronot düşünün kendi iş kıyafetinin içinde. Ve onu dünyanın yörüngesinin üstünde bir yere yerleştirin ve o orada sabit bir şekilde kalsın. Malum uzay boşluğunda olduğu için bu pekte zor bir şey değil. ÖSS ve liselere geçiş sınavlarında gördüğümüz sorulardan olan şekilde o astronotun yemek, su vs. olan ihtiyaçlarını dikkate almadan bir düşünce eylemi gerçekleştireceğiz.
   Tekrar geri dönelim Dünya'nın yörüngesindeki hızı 107 kilometre/saat o zaman bizim elemanı alsak ve dünyanın yolunun 200 kilometre ilerisine koysak diyorum. Sonra beklesek ne olacak. İşte bunu düşündüm ve aklıma şu yol geldi. Dünya büyük bir hızla bizim sabit duran elemanımıza yaklaşacak tamamdır. Dünyanın atmosferi 10 kilometreye kadar yerden yukarıya uzanıyor. Normalde meteor parçaları bizim atmosferimizden dünyanın çevresini dolaşarak yer yüzüne doğru düşüyor ve sürtünmeden dolayı yere ancak kırıntıları inebiliyor. Yani dik olarak yeryüzüne düşmesi pek mümkün değil. Bir başka veri daha vermemiz gerek ki düşüncemizi tam olarak oluşturmak için buda gerekiyor. Şu Türksat gibi uydular Dünya'nın etrafında bir yörüngeye sokulmak için en basitinden herkesin bilebileceği merkez kaç kuvvetine göre işlemler gerçekleştiriliyor. Yer çekimiyle hareketi birbirlerini nötrleyecek şekilde yörüngeye oturtuluyor.
   Açıklamaları yaptıktan sonra işte adamımızın hızı zaten sıfır. Dünya'yla çarpışması 107 kilometre/saat hızla olacak demek. Bu çokta fazla bir hız değil o şartlara göre. Yani adamımız yeryüzüne dik de inmeyeceğine göre Dünyanın etrafında dönmeye başlayacak. Dünya'yla dik çarpışması durumunda 107 km/h hızı olsa da hem sürtünme hemde artık çarpışma durumundaki gibi dik açıyla bir işlem olmayacağına göre adamımızın hızı fazlasıyla düşecek ve bir yörüngeye sahip olacak. Yani bu adam geri kalan ömrünün tamamını orada boş boş kendiliğinden dönerek mi geçirecek ? Komik ama biraz zorlayınca ortaya çıkan durum bu. Şu dünya şartlarında o adamın fark edilmemesi zor bir durum bunun farkındayım ama fantastik olacağını düşünüyorum böyle bir durumun.

18 Kasım 2013 Pazartesi

Coğrafyanın Çocuğu Tarih'e Bir 'Merhaba' Deyin!

  Geçen gün bir hocam derste "Tarih coğrafyanın çocuğudur." demişti. Söz fazlasıyla hoşuma gittiği için bende oturdum, bir güzel düşündüm. Eğer Türkiye, Rusya'nın coğrafyasında yer alsaydı biz de sıcak denizlere inmek ister miydik diye. Bu düşünceyi de tesadüf eseri dışarıda hava soğukken düşünüyordum. Yani üşüyordum o anda. Dedim kendime evet inmek isterdik. Tamam biraz tuhaf gelebilir ama illa da karmaşık şekilde düşünmek zorunda değiliz. Sonuçta koskoca bir toplumun hepsinin aynı isteği istemesi karmaşık yollarla olacak bir şey değil, bu istek bir içgüdü şeklinde ortaya çıkar ve oluşur. Durum bu yani.
  Bir hoca misali söylemeyi ısrarla istediğim bir sözde "bu durumdan hareketle" demek olacak. Başka ülkeleri de böyle analiz edebiliriz bence. İlkokul, ortaokulda hep öğretmişlerdir; jeopolitik açıdan bakıldığında Türkiye'nin coğrafyası çok önemli bir yerdedir. Asya ile Avrupa arasında köprüdür. Ben bize gösterilen tarihi pek sevmiyorum ve yapmacık buluyorum. Büyüdükçe okuduğum kitaplardan kaynaklanıyor bunlar. Neden mi? E okulda gösterilen tarihin aynısını başka hiç bir kitapta görmedim de o yüzden. Tarih bu kadar değişken olamaz ama değil mi? Her neyse işte yine de doğru bir şeyi beynimize kazımışlar haklarını yememek gerek. Petrol kaynaklarına fazlaca yakınız. Rusya gibi doğal kaynakları olan bir coğrafyanın denizden ulaşımı boğazlarla bizim elimizde. Asya kıtasıyla Avrupa kıtasını gerçekten biz bağlıyoruz. İşte bunlar sonucu Sultan Abdulhamit'in 'Denge Politikası' bizim coğrafyamızın rolüdür. Eğer her şeyin ortasında yer alıyorsan, bir taraftan bir tarafı seçmek senin aleyhinedir. Bir tarafa dönerken, sırtını yüzüne bakmadığın tarafa dönersin çünkü. Oradan da ne geleceğini bilemezsin arkan dönük olduğu için. Durum böyleyken tarafsızlık en büyük ödüldür bu coğrafyaya. Ama bu da kolay değil elbet. Her iki tarafı da hoş tutmak , yeri geldiğinde isteklerini iki tarafa da yaptırmak. Bu yüzden ülkemiz bu kadar bölüşmeye meyilli. Bize başka şeyler öğretmişler yada hep bunu kafamıza kakmışlar.
   Düşünün bir ortam da ufak bir tartışma çıkıyor ülkeyle ilgili ve bu tartışma asla senin düşüncen bu benim düşüncem bu neyse kardeşim deyip yan yana oturmaya devam edilmiyor. Ama pekâla da normal konulu tartışmalar da bu olabiliyor. Ayrıca bir özelliğimiz de sen şusun ben buyum muhabbeti. Biraz kanımızın kaynadığı doğrudur bu konularda ama uzlaşmaya engel değildir bu.
   Neyse ben de dediğim duruma düşmemek için başta dediğim örnek verme işine geçmeliyim. Örnek ülkemiz İngiltere bu sefer. İngiltere konum itibariyle Avrupa karakıtasında yer almıyor malesef ve olayların döndüğü Ortadoğu'ya diğer ülkelere fazlasıyla uzak. Bu durumu bir sınıf örneğiyle açıklamak istiyorum. Sınıfın birinde sağ arka köşeye oturmuş ama yerinde duramayan istediklerini elde etmek isteyen bir kişi düşünün ama bulunduğu yerin buna imkan vermediğini konuşulmadığını hayal edin. Sol ön köşede de bütün muhabbetlerin edildiğini farz edin. Ortam oradan akıyor yani. E bizim köşedeki İngilizimiz ne yapar sizce oraya ulaşmak istemez mi? Temelli olarak oraya ulaşması mümkün değildir o nedenle sol ön köşeye yakın kişilere gidip sen şimdilik orada otur ben burada duracağım dediğini ve konuşmaya öyle katıldığını düşünün. Örnek yavaş yavaş oturmuyor mu ? Yer değiştiremediği zamanlarda kendi köşesinden bağırarak muhabbete katılmaya çalıştığını sizde duyuyor musunuz? basit bir düşünceyle bu durumu açıklığa kavuşturabiliyoruz işte. Bir de size soru siz orda olsaydınız nasıl davranırdınız? Bu soruyu her coğrafya için kendimize sorduğumuzda olayları anlamamız daha da kolaylaşacaktır bizim için. Tek kriter bu değil  elbet haklısınız. Her toplumun karakteristik özellikleri farklı. O zaman coğrafyalarla ilgili net gerçek düşünceleri kafamızda oluşturmak istiyorsak ırkların karakteristik özelliklerini öğrenip, telepati yapmalıyız. Okuduğunuz için teşekkür ederim.

12 Kasım 2013 Salı

Fotoğrafların Yaşlılığa Faydaları

  Bazen elimde sürekli fotoğraf makinesiyle gezmek ve yaşadığım her olayı, anı fotoğraflamak istiyorum. Çünkü geçmişe baktığımda bir çok anımın hafızamda eksildiğini fark ediyorum. Ama Bir fotoğraf çekmiş olsaydım şu anda çok daha güzel olabilirdi.
   Çektiğim fotoğraflara daha sonraları pek bakmıyorum evet ama yine de istiyorum anılarımı somut hale getirmeyi. Önceden fotoğraf çekmek, çekilen fotoğrafları çıkarttırmak zordu ama ya şimdi? Öylesine kolay ki. 7/24 yanımızda bulundurduğumuz telefonlar bile bize kolaylık sağlıyor kamerayı açmamız için. Hatta bir anda birden çok fotoğraf dahi çekebiliyoruz. Az önce dediğim tekrardan fotoğraflara bakmamak işte bu sebepten kaynaklanıyor. Fazla kolay olduğu için. Bunun için çözümüm var elbet; en sevdiğim fotoğrafları eskiden olduğu gibi bastırıp fotoğraf albümü yapmak istiyorum. İleride yaşlanınca herkes gibi "Eskiden şunları , bunları yapardık." gibi klişe sözlerini ben söylerken fotoğraflarla bunu somutlaştırmak istiyorum.
  Hele ki dur şurada fotoğraflar olacaktı deyip bir çırpıda bütün fotoğrafları laf arasında göstermek istiyorum.  Belki o yaşta bu gösteriş işini defalarca yapacağım için çevremdekiler sıkılacak ama yaşlı bir adam dediğinde biraz da bu değil midir?
  Albümlerin yerleri özel olacak ve yanlarına Eminönü'nden gençken fazlasıyla ucuza almış olacağım, aldığım zamanda dahi antika gibi olan eski bir fotoğraf makinesi koyacağım. Bir farkım olacak elbette. İnsanlar merak edecek. Bu sayede sormadan defalarca anlatacağım şeyleri benden anlatmamı isteyecekler. Bende sanki cerrahi bir operasyona girecekmiş gibi kış günlerinde kollarımı sıvayarak yüz yıllık bir parça edasıyla albümü taşıyarak anlatmak için uygun pozisyonumu alacağım kurbanımın yanında. Bir süre sonra büyük bir ihtimalle anlatmanın verdiği heyecanla hızımı alamayıp sözü uzatacak ve kurbanımın sıkıldığının farkına varmayacağım.

6 Kasım 2013 Çarşamba

Türk Dizileri

   Ben uzun bir süre önce televizyon izleme alışkanlığından kurtuldum. Beni buna zorlayan anlamsız dizilere fazlasıyla teşekkür ederim. Peki onun yerine ne mi yaptım ? Yabancı diziler peşinde koşmaya başladım. Peki bu sürece etki eden unsurlar neler burada sizinle paylaşmak istediğim ana konu aslında bu.
   Bunu yazarken hiç sevmediğim halde kendimle çelişerek söyleyeceğim "Adamlar yapıyor ya!" herkesçe bilindik bir cümle. Biz millet olarak o kadar mütevazıyız ki. Bir şeyi iyi yapabileceğimizi bırakın onu yapabileceğimizi bile yapmayıp diğer kimseleri göklere çıkartırız. İşte olayda budur aslında madem böbürlenmemek için iyi bir şey yapmamaya çalışırken aslında onu yapmayı bile denemiyoruz. En azından yapanları örnek alıp onların yaptıklarını kendimize uyarlayabiliriz.
    Velhasıl kelam bir Türk dizisini neden izlemem? Çünkü çok ama çok uzun. Artı promosyon olarak da uzun reklamlar var. Ben  izleme hazzını iki saat gibi film olsa uzun bir film diyeceğim bir diziden almak yerine beni kırk dakikada o hazza ulaştıracak dizilerden alırım.
    İkincisi ise senaryosu, efektleri, seslendirmeleri vs. Yabancı dizilerde bunlar genellikle daha güzel oluyor. Çünkü bizimkiler iki saatlik bir diziyi haftalık çekmek için sürekli çekimlerle vakit kaybediyor. Oysaki kırk dakikalık bir dizinin çekim süresi düz mantıkla hesaplayınca bizimkilerin yarısı kadar olacağı için geriye kalan zamanda daha farklı uygulamalara yer yerilebiliyor. Örneğin senaryoyu bir bölümde bitireceğine bunu iki üç bölüme dağıtıyor. Bilgisayar başında yapılacak işlemler için de gereken zaman kalıyor ve sonuç daha güzel, keyifli bir dizi oluyor. Yapmış olmak için yapılan dizilerimize sesleniyorum yapmayın! Bir taksici dizisi düşünün ki içinde geçen polisiye olayları bile polislerden önce ellerinde köpükten olma odunlarla taksiciler çözüyor.
   Okuyanlara şimdiden teşekkürlerimi sunarım.

5 Kasım 2013 Salı

ATM'de centilmen davranmanın faydası

  ATM'lerden oldum olası korkmuşumdur. Kartı içine sokarsın ve beklersin. Ama ya kartı yutarsa? İşte o zaman buyur ayıkla pirincin taşını. Hele bir de üstüne acelen varsa... Makine yeniyse biraz daha rahatlarım çünkü kasmadan çalışır. Ama eskiyse, aksama oluyorsa, kartı içine alırken bile zorlanıyorsa içimde fırtınalar kopar. Daha yenilerde de böyle bir olay oldu. Bir kadınla neredeyse aynı zamanda ATM'nin önüne geldik hatta ben biraz daha önce gelmiştim. Sonra hani "centilmen"im ya "Siz buyurun" dedim kadına. O da bana teşekkür ederek geçti, kartını soktuktan sonra ise sistem hata verdi. Kartı ,büyük bir şans sonucu, biraz geçtikten sonra veren ATM'ye bakışlarıma gelecek olursak; bir uçurumun ucundan düşmekten sın anda kurtulup o uçuruma bakarsınız ya nabız hızlanmış, gözler dehşet içinde açılmış, ellerde hafif terlemeler... İşte bunlar o andaki durumumdu. Tabi ucuz kurtuldum modunda alnımdaki soğuk teri sildim o ara kadının yerine de üzülüyordum ama ya o ben olsaydım gibisinden bencilce bir duyguda yok değildi hani. Buradan anladığım şey ise centilmenlik güzeldir. :)

4 Kasım 2013 Pazartesi

Alışkanlığın köleliği

 İnsan nasıl bir varlıktır ki bir şeyi çok istediği halde elde edeceği zaman bir isteksizlik olur? Küçüklüğümden beri yurt dışına çıkmak istemişimdir. Bu yaz dileğim gerçek olacak ve hem dil gelişimi hemde gezmek amacıyla yurt dışına çıkacağım. Ailemden mali desteğimi de aldım yani en büyük engel olan mali durumda halloldu. Önümde 8 aylık bir zaman var ve ben yavaştan pasaport ve diğer şeylerle ilgili araştırmalar yapmalıyım. Hatta babamdan sözlü olarak bir dilek halinde de önüme geldi bu. Elimin altında internet var yani istediklerimi araştırmak için alt yapıya sahibim ama... O kadar zor geliyor ki bu görev bana. Çünkü büyük bir değişiklik bu benim için. Aslında korkmuyorum zaten öyle olsa da söylemekte zorlanırım. Bu duygu alışkanlıklardan sıyrılmanın yeni şeylere atılmanın öncesinde hissedilen vazgeçme duygusu. Öyle tuhaf ki insanı karmaşıklaştıran yegane duygulardan. Oysaki ne kadar kolay işleri hallet bin uçağa ve git değil mi ? Bu hisse kapıldığımda aklıma gelen söz direk "Sonunu düşünmeyen kahraman olamaz.". Bu ruh halim içinde gayet doğru bir söz.