11 Nisan 2014 Cuma

Keşke Filmlerde Yaşayabilsem

    Keşke filmlerde yaşayabilsem. Kendi hayat denen ve film şeritlerinin sürekli aktığı sahnede hayallerimin uğrunda deli gibi koşsam, tesadüfler sonucu nereden nereye gelsem, sokakta küçük bir çocuk beni durdursa ve "bu kağıdı sana şuradaki birisi gönderdi" dese ve ben oraya dönüp baktığımda kimse olmasa orada. Ben o kağıdı saklasam bin bir düşünce içerisinde kim olabileceğini düşünerek, belki biraz da yazısından en azından cinsiyetini tanımaya çalışsam. Çünkü bu soruyu soramadan o küçük çocuk kaçmış olsa ve koskocaman bir bilinmezliğin içinde kalsam. Hatta bir köşe başında olsa bu olay. Ben ise o günden sonra kim bilir sayısız defa geçsem bir umutla. Gittikçe eriyen ve unutulan bir umutla. Ama alışkanlık kalsa o köşe içimde ve geçmeden rahat etmese için. bir gün hiç o köşeden geçmeden gitsem gideceğim yere farkında olmadan ve işte o gün kopsa ip, dökülse yıldızlar gökyüzünden yere... Ben ise bunlardan habersiz normal hayatıma devam etsem ancak içimde bir his kalsa onca depremin hatırına. Evde otururken dalsam sürekli uzaklara, dışarıda uğuldayan hatta bana içimdeki derdi haykıran rüzgarın eşliğinde. Üstelikte bir bahar günü olsa bu, içime sıkıntı düştüğünden bu yana dökülen yıldızları görüp de kendisine de aynısının olacağından korkan güneşin ortalarda gözükmediği. Melankoliyle geçse günler ancak o sıkıntının bir soru hali bile olmadan. Her şey zifiri karanlık olsa. Bir kör gibi kapkara olsa her şey ama gözlerim dışındaki bütün duyularım yansa o kendini göstermeyen sıkıntıdan. Ve...
    Ansızın bir müzik çalsa nereden geldiği bilinmeyen, nereden geldiğinin en olası ihtimali gökyüzü olan. En sevdiğim şarkı. İçinde biraz sevgi, biraz heyecan, biraz hüzün, biraz da ben olan. Hepsinden biraz yani tutam hesabı. O anda kopsa fırtına, yağmur boşalsa -bardaktan değilde- kovadan. Tıpkı bilinmezliğe o an meydan okuyan içim gibi. Yer ile gök savaşsa zeminde. Güneşten gelen yağmurlar galip olsa ve bütün ihtişamıyla tekrar gelse güneş gökyüzüne. Ve ben o an sokağa fırlayıp çatlamak pahasına koşsam o köşeye. Düşünmeden... Sadece içimden geleni yaparak. Güneş çıkmasına rağmen yağan yağmurun altında. Umursamazca ıslansam ve su birikintileri hiç dert olmasa koşarken benim için. Yolda yağmur kaygısıyla yürüyen insanlar sanki benim geldiğimi bilerek uzun ince bir yol açsa çekilerek. Sanki dünya yok olma tehlikesiyle yüz yüze ve tek umut benmişim gibi insanlar yüzüme baksa ve ben anlasam çok kutsal bir görevi yerine getirmek için koşmaktayım, işte o gün bu gün! Kalbim koşmamı sağlamak için değil az sonra o köşede yaşayacaklarım karşısında yaşayabilmem için atsa. İnsanların gösterdiği ve benim için açtığı yolda son dönemeci görsem. İşte geçiyorum şimdi orayı da ve görsem o köşeyi ve gizemli kalmış her şeyi, çalmaya devam eden şarkının nakaratında...
    Keşke filmlerde yaşayabilsem işte. Her ruh halimde başka bir film başlasa tıpkı sinemada olduğu gibi ekranda hafif bir cızırtıyla. Sonrasında ise elimde patlamış mısırım ekranın karşısından otursam hem izlesem hem oynasam filmde. Geri sarma yok. Tam kontrol asla yok. Aslında tıpkı HAYATIN TA KENDİSİ GİBİ. Ama bir tutam daha sihir olsa işin içinde. Tesadüfler keskin sonuçlar doğursa. Bir tutamı geçse de isteklerim yüzsüzlük yaparak söylüyorum; en sevdiğim müzikler olsa.